YEDİNCİ GÜN
Yazar: İhsan Oktay Anar
Kategori: Fantastik Roman
Sayfa Sayısı: 240
İhsan Oktay Anar'ın haddinden fazla uzun yan hikayeler ve laf kalabalıklarıyla beni boğduğu, bir kaç kez yarım bırakma aşamasına gelip bırakmamak için kendimi zorladığım ve kimi yerlerini hızlıca geçerek ancak bitirebildiğim "olmamış" romanı.
İhsan Oktay Anar özellikle "Amat" ve "Puslu Kıtalar Atlası" romanları ile büyük beğenimi kazanmış bir yazar. Bu yüzden Yedinci Gün'den de beklentim büyüktü doğrusu. Bu yüksek beklentim ya da kitaplarıyla ilk karşılaştığımda bana heyecan veren, altında uzun araştırmaların ve yoğun bir emeğin yattığı o terimlerle dolu, süslemelerle bezeli dile artık çoktan alışmış olmam, kitap hakkındaki hayal kırıklığımın sebepleri oldu belki de.
Birazdan kitaptaki bölümlerle birlikte eleştirilerimi sunacağım ancak kitabı okumayanlar için yer yer heves kaçırıcı bilgiler bulunabilir. Bu durumu önlemek için özellikle son paragrafı okumayabilirsiniz.
Kitap "Baba" "Oğul" ve "Hayalet (kutsal ruh)" olarak isimlendirilmiş üç bölümden oluşuyor.
Baba adını taşıyan ilk bölüm oldukça etkileyici bir şekilde başlıyor. Bu kısmı okurken bir an yazarın Cristopher Nolan'ın "Doodle Bug" adlı kısa filminden esinlenmiş olabileceğini düşündüm. Hala da öyle düşünüyorum. Bu vurucu sayılabilecek girişin, kitabın anlatmak istediği ana hikayeden kopuk olduğunu ise belirtmeden geçemeyeceğim. Sanki sadece iyi bir hikaye olduğu için başa konulmuş, bi şekilde sonradan yamanmaya çalışılmış gibi yapay durmuş. Keza, Paşaoğlu'nun hikayesi de öyle. Yazar Paşaoğlu'nun hikayesini epey geliştirip ilerletmişken pat diye yarıda kesip İhsan Sait'i işin içine sokarak kitabın bütünlüğüne zarar veriyor kanımca. Paşaoğlu hikayesine, oldukça sündürdükten hatta başlı başına bir roman olmaya doğru ilerletmesinden sonra bir yerde dur demek istiyor belki de. O zamana kadar ana kahraman zannedilen Paşaoğlu özensizce iki cümle içinde devre dışı kalıp kenara itiliveriyor. Bu noktadan sonra ortaya çıkan İhsan Sait ise romanın ana karakteri oluveriyor.
Paşaoğlu'nun imana geliş hikayesi ilk bölümde en çok sürükleyen kısımdı diyebilirim. Romanın geri kalanının büyük bir kısmına ev sahipliği yapan demir minarelerin ortaya çıkışı da yine bir iki cümleyle geçilmese daha tutarlı bir bütünden bahsedebilecektim. İhsan Sait'in demir minarelerdeki düzenekle internet henüz keşfedilmemişken online satranç oynaması, Alman satranç ustası ile yaptığı ve felsefi bir soru yardımıyla (İhsan Oktay Anar'ın felsefe hocası olduğunu hatırlatırım) onu mat edişi, gelecekte onu bekleyen sevgiliden aldığı mektup ve sevgiliye kavuşmak için yaptırdığı zaman makinesi bu bölümde akılda kalanlardan. Sarıkamış'ta yaşanan dramı da kendi üslubunca anlatan yazar bu kısımda Enver Paşa'ya "ben size savaşmayı değil ölmeyi emrediyorum" dedirterek neye gönderme yapmış tam anlayamadım. Yine bu kısımda yazar kendini tutamayıp savaş hakkındaki görüşlerini Enver Paşa'ya karşı çıkma cesareti gösteren bir erin ağzından dile getiriveriyor. Kendini tutmuş olsa daha iyiydi sanki.
İkinci ve üçüncü bölüm ilkine göre daha kısa olmasına rağmen takibin daha zor olduğu bölümler olmuş. İkinci bölümdeki insanlık tarihinin anlatıldığı bölümde İhsan Oktay Anar'ın kendine has esprili üslubuna şahit oluyoruz. Örneğin Şeytan'ın insana secde etmeyip ilk isyanı gerçekleştirdiği kısım şöyle anlatılmış: Tekvinhane malikinin (Allah) ısrarına rağmen Ateşçi ustası, çiftçilikle uğraşan Ademoğluna hürmet etmez.Üstüne üstlük türlü oyunlarla onu ayartmaya çalışır. Benzer şekilde; Brütüs'ün imparator Sezar'ı arkadan vurması hikayesi de , Sezar'ın utancından kimseye nerede olduğunu soramadığını sevgilisini bulmak için Sende mi (de birleşik) Brütüs? diye sorduğu şekilde anlatılmış.
Son bölümde ortaya çıkan İdrisoloji bilimi ve ari ırka erişme çabasıyla İdsis Amil Zula'dan döl çalma entrikaları fena değil ancak yine ana temadan uzaklaşan hikayeler. İhsan Oktay Anar'ın natüralizmin babası Emile Zola (Amil Zula)'ya olan hayranlığını da bu kısımda İhsan Sait'in konuşmalarından çıkarabiliyoruz.Yazar kitabın en sonunda konuyu çok dağıttığının farkında olacak ki kitapta geçen hikayeleri toparlama gereği hissedip kısa bir özet geçiyor. Son sayfada kitabın kusurlarını müderrislere (eleştirmenlere) sadaka olarak bıraktığını belirtmesi ise peşinen dilenen bir özür gibi.
Son olarak kitabın adının neden 7. Gün olduğunu anlıyoruz. Elimizde tuttuğumuz kitabın İhsan Sait tarafından Yedi Uyurlar'a toplam 6 günde yazdırıldığını ve 7. gün ise İhsan Sait'in yorulduğunu ve dinleneceğini okuyoruz. Kitapta tüm insanlık tarihine kısaca da olsa değiniliyor olması bu altı günde olanların özeti gibi aslında. Bu kısımdan Yazar'a yaratma ediminden dolayı tanrısal bir önem addettiğini çıkarsamak da mümkün. Şu an ise 7. günü yaşıyoruz. Artık dinlenme ve sevgiliye kavuşma vakti. Bu kitabın beş yıl gibi bir sürede çıkmış olmasına bakarsak hakikaten de yazar uzunca bir süre dinlenecek gibi.
Not: 6/10
2 yorum:
Beklenti yüksek olunca ortalamanın üstünde bir kitap yazılsa da istenen beğeni düzeyine erişilemiyor. Puslu Kıtalar Atlası veya Suskunlar kadar iyi olmadığı doğru ancak, olmamış demek çok sert bir yorum. Paşaoğlu'nun hikayesi hakikaten sürükleyici ve lokomotif görevi görüyor ancak bir anda kesilmesi de o lokomotifin duvara çarpması gibi.
Bana kalırsa yazar gündelik olaylardan bir hayli etkilenmiş. Bunu çeşitli zamanlarda kitap arasına sıkıştırdığı ustaca yorumlardan görebiliyoruz. Blogda da değinilmiş, yazar savaş karşıtı görüşünü Enver Paşa'ya kafa tutan bir er ile yapıyor. Bir başka gönderme de medeniyetin tanımı ile ilgili. Medeniyet kadının seçim hakkı olması ile tanımlanıp doğu ve batı kültürü arasındaki uçurum kabare dansçısı kadın ile onu masasına çağıran paşa ile anlatılıyor. Paşa bütün küstahlığı ile dansçı kadını sanki bir malmışçasına masasına "çağırıyor" ve kadın kudretli paşanın bu küstahça "davet"ini reddiyor. Bu kadının tercih etmediği paşayı padişahın çok tutup da saygı göstermesi de uçurumu tanımlıyor.
Yazar İzmirli ve büyük ihtimalle İzmir'de karakolda dövülen kadının görüntülerinden çok etkilenmiş olacak ki, Amil Zula'nın teslim olmak için gittiği karakolda zabitin o anda bir kadına dayak atıyor oluşu da bu olayın yansımasıdır diyorum.
Yazar artık emekli olduğundan bütün vaktini romanlarına ayıracağını umuyorum. Yeni romanı gelene kadar ben diğerleri ile ilgileneceğim.
HYG
Hakan, güzel yorumların için teşekkür ederim. Lokomotif benzetmesini özellikle beğendim. Ayrıca yorumunun medeniyet tanımı ile ilgili olan kısmını, eleştiriyi zenginleştiren bir öge olması açısından, önemli bulduğumu da belirtmeliyim. Ancak ben hala yazarın kendini dizginlemiş ve düşüncelerini roman karakterleri ağzından dile getirmemiş olmasını tercih ederdim. Tabi bu da yazarın yoğurt yiyişi ile ilgili.
Yorum Gönder