KUYUCAKLI YUSUF
Sabahattin Ali
Tür: Roman
Sayfa Sayısı: 215
Kitap hakkında hislerimi yazmadan önce yazarından bahsetmek istiyorum. Sabahattin Ali şair, hikaye, oyun ve roman yazarı; yaşamı boyunca hep yaşadığı dünyayı daha yaşanılabilir bir yer haline getirmek için mücadele veren bu amaçla kaleme sarılan, çağının önemli yazarlarından. Dünyayı daha iyi bir yer haline getirmeyi amaçladığı için güç ve iktidar sahipleri ile hayatı boyunca arası hep açık olmuş bir yazar. Örneğin 1932'de bir arkadaş ortamında Atatürk'ü eleştiren bir şiir okuduğu için tutuklanmış ve 1 yıl ceza almış. (Edip Akbayram'la özdeşleşen Aldırma Gönül'ü Sinop Cezaevi'nde cezasını çekerken yazmış.) 1933'te Cumhuriyetin onuncu yılı sebebiyle çıkan aftan yararlanmış ancak memuriyete geri dönmesi için Atatürk'ü gerçekten sevdiğini göstermesi istenmiş. Bu nedenle Varlık dergisinde Benim Aşkım adlı bir şiir yayınladıktan sonra, tekrar öğretmenliğe dönebilmiş.(Anlaşılan ileri demokrasimizin temelleri o zamanlara kadar uzanıyormuş.)
1937'de gerçekçi romanın en önemli örneklerinden biri olan ve bu yazının esas konusunu oluşturan Kuyucaklı Yusuf'u yayınlamış. 1940 yılında da milliyetçi faşizan çevrelerin tepkilerini çeken İçimizdeki Şeytan adlı romanını kaleme almış. Nihal Atsız'la (Alparslan Türkeş'le birlikte milliyetçi hareketin kurucularından) yaşadığı gerilim ve mahkeme süreci kamuoyunda oldukça fazla yer aldığından ve bu süreç sonunda Turancıların hedefi haline gelmiş.
Sıkıntılı günler geçirdikten, işsiz kaldıktan sonra Sabahattin Ali yine rahat durmayıp Rıfat Ilgaz ve Aziz Nesin'le birlikte Türkiye'nin ilk mizah dergisi olan Marko Paşa'yı çıkartmış (1946). Wikipedia'dan öğrendiğim kadarıyla bu derginin karikatürlerini de Mustafa Uykusuz çiziyormuş. Uykusuz karikatür tarihimizde sosyal içerikli karikatür çizen ve karikatürü eleştiri aracı olarak kullanan ilk kişi olmuş.. (Her hafta mutlaka aldığım Haftalık mizah dergisi Uykusuz'un ismi muhtemelen ondan geliyor. Gelmiyorsa bile güzel bir tesadüf olmuş.)
Marko Paşa, ismindeki Paşa sözcüğünden dolayı milli şef İsmet Paşa ile dalga geçildiği gerekçesi ile defalarca toplatılmış. Hatta piyasaya "toplatılmadığı zamanlarda çıkar" "yazarları hapishanede olmadığı zamanlarda çıkar" şeklindeki ifadelerle sürülürmüş. Marko Paşa kapatılınca da kapatıldıkça yenisi gelen Malum Paşa, Merhum Paşa, Öküz Paşa, 7-8 Hasan Paşa gibi isimlerle başka dergiler çıkarılmaya devam etmiş. Paşa'ya hakaret ettiği düşünülen Sabahattin Ali 3 ay ceza almış ve ne tasadüf ki "Paşa Kapısı" cezaevine gönderilmiş.
Sabahattin Ali'nin muhalif olmanın getirdiği maceralı hayatı 2 Nisan 1948'de Bulgaristan sınırını geçmek isterken sınırı geçirmesi için anlaştığı kamyoncu tarafından öldürülmesi ile, belki de en verimli döneminde, 41 yaşında son bulmuş. Kendisini öldüren kamyoncunun o dönem Nihal Atsız (Turancı Faşist, detay için bknz: wikipedia) davası dolayısıyla kendine cephe alan Milli Emniyet Mensubu olduğu ortaya çıkmış. Katil yalnızca bir kaç hafta cezaevinde kalıp afla serbest kalmış. (Demokrasimiz yanında, derin devletimizin de temellerinin sağlam olduğunun bir başka kanıtı olsa gerek)
Şiirlerinden Aldırma Gönül, Leylim Ley, Eşkıya Dünyaya, Göklerde Kartal Gibiyim, Geçmiyor Günler ve Benim Meskenim Dağlardır Dağlar ve daha bir çoğu bestelenmiş.
Kuyucaklı Yusuf'u okuduktan sonra yazarı hakkında yaptığım kısa araştırma ile yukarıdaki bilgileri öğrendim ve yazara daha bir saygı duydum. Bu zamana kadar öğrenmediğime, Sabahattin Ali okumadığıma üzüldüm. Sonra üzüldüğüme üzüldüm. Göz yaşıma dalıp dalıııp..(Mirkelam'dan Hatıralar da güzel şarkıdır)
Sanırım artık kitaptan bahsedebilirim.
Okuduğum romanlar içerisinde Kuyucaklı Yusuf için çaresizliğin, kıstırılmışlık duygusunun en güzel anlatıldığı romanlardan biri diyebilirim. O kadar gerçekçi bir dille yazılmış ki bitirdiğim zaman adeta bir yumru geldi boğazımda düğümlendi, bir müddet yutkunamadım. Hikâyenin beni bu kadar içine çektiğini de ancak o zaman fark edebildim. Kısacası hüzünlüydü, etkileyiciydi.
Çaresizliğin romanı dedim çünkü hayatında bir şeylerin değişmesi gerektiğini fark eden ancak bunun için ne yapması gerektiğini bilmeyen, bulamayan, sürekli arayış içerisindeki Yusuf'un hüzünlü hikayesi anlatılmakta romanda. Yusuf, toplumun, ailesinin, imkansızlıklarının ona dayattığı hayatın kendisine ait olmadığını sonuna kadar hissediyor ancak farklı nasıl yaşanır, ne yapmalı bilemediğinden yaşayıp gidiyor işte. Elinde olmayan sebeplerle kendisini bulduğu ortama, işine, kısacası hayatına dayanmaya çalışıyor ama hiç bir zaman hiç bir yere ait hissedemiyor kendini.
Kitap II. Meşrutiyetin ilan edildiği yıllardan I. Dünya savaşına kadar Anadolu'da bir kasabada cereyan eden olayları konu alıyor. Anlatımından dolayı kimi zaman Reşat Nuri Güntekin’den bir kitap okuyormuş havası da veriyor. Tabii kasaba gerçeğini tüm acımasızlıklarıyla, haksızlıklarıyla vermesiyle ondan ayrıldığını belirteyim. Kasabada devletin asıl sahipleri olan zengin eşraf takımının kaymakamla, askerle olan kirli ilişkileri, ahlaksızlıkları, bunun yanında halkın nasıl manipüle edilip bunlar karşısında çaresiz bırakıldığı tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriliyor.
Kuyucaklı Yusuf’un hikayesi okuru sürekli artan bir şekilde geriyor, şaşırtmaktan ziyade bir sonraki sayfada neler olabileceği rahatlıkla tahmin edilebiliyor. Bu söylediğim bir kitap için iyi bir özellik gibi görünmese de okur üzerindeki gerilimi arttırması nedeni ile etkili kullanılmış olduğunu söyleyebilirim. Ancak Yusuf’un çaresizliği gibi okur da göz göre göre gelen olaylara müdahale edemeyip çaresiz kalıyor. Bu durum okurun, yerli drama dizisi izleyen büyük annelerin az sonra tecavüze uğrayacak bir karakter için “kızım girme oraya kaç kaç”, ya da “ tüüü gitti gitti” şeklindeki tepkilerine benzer tepkiler vermesine yol açıyor. En azından benim için böyle oldu. Muazzez’i tüm uyarılarıma rağmen kötü kalpli annesinin elinden kurtaramadım. Gitti gitti. Şaka bir yana bu ve benzeri tepkileri düşündürtmesi bile kitabın okuru nasıl sarmaladığının bir kanıtı olarak değerlendirilebilir sanırım.
Son olarak şunu söyleyebilirim ki Sabahattin Ali Kuyucaklı Yusuf’un hikayesinde bir parça kendi hikayesini de anlatmış. Hikayenin geçtiği mekanların Sabahattin Ali’nin bildiği, yaşadığı mekanlar olmasından, kendi babasıyla Kuyucaklı Yusuf’un babasının aynı adı taşımasından ya da kısa ömrü boyunca Kuyucaklı Yusuf gibi dünyayı algılama çabası içinde yalnız ve muhalif oluşundan bu çıkarım yapılabilir. Kuyucaklı Yusuf romanı kanundan kaçan Yusuf’un bir bilinmeze doğru ilerlemesi ile son bulur. Sabahattin Ali ise Bulgaristan sınırında ülkeden kaçmak isterken adice öldürülür. Bu belki de Yusuf’un hikayesinin de hazin sonu olur.
8/10
Sabahattin Ali
Tür: Roman
Sayfa Sayısı: 215
Kitap hakkında hislerimi yazmadan önce yazarından bahsetmek istiyorum. Sabahattin Ali şair, hikaye, oyun ve roman yazarı; yaşamı boyunca hep yaşadığı dünyayı daha yaşanılabilir bir yer haline getirmek için mücadele veren bu amaçla kaleme sarılan, çağının önemli yazarlarından. Dünyayı daha iyi bir yer haline getirmeyi amaçladığı için güç ve iktidar sahipleri ile hayatı boyunca arası hep açık olmuş bir yazar. Örneğin 1932'de bir arkadaş ortamında Atatürk'ü eleştiren bir şiir okuduğu için tutuklanmış ve 1 yıl ceza almış. (Edip Akbayram'la özdeşleşen Aldırma Gönül'ü Sinop Cezaevi'nde cezasını çekerken yazmış.) 1933'te Cumhuriyetin onuncu yılı sebebiyle çıkan aftan yararlanmış ancak memuriyete geri dönmesi için Atatürk'ü gerçekten sevdiğini göstermesi istenmiş. Bu nedenle Varlık dergisinde Benim Aşkım adlı bir şiir yayınladıktan sonra, tekrar öğretmenliğe dönebilmiş.(Anlaşılan ileri demokrasimizin temelleri o zamanlara kadar uzanıyormuş.)
1937'de gerçekçi romanın en önemli örneklerinden biri olan ve bu yazının esas konusunu oluşturan Kuyucaklı Yusuf'u yayınlamış. 1940 yılında da milliyetçi faşizan çevrelerin tepkilerini çeken İçimizdeki Şeytan adlı romanını kaleme almış. Nihal Atsız'la (Alparslan Türkeş'le birlikte milliyetçi hareketin kurucularından) yaşadığı gerilim ve mahkeme süreci kamuoyunda oldukça fazla yer aldığından ve bu süreç sonunda Turancıların hedefi haline gelmiş.
Sıkıntılı günler geçirdikten, işsiz kaldıktan sonra Sabahattin Ali yine rahat durmayıp Rıfat Ilgaz ve Aziz Nesin'le birlikte Türkiye'nin ilk mizah dergisi olan Marko Paşa'yı çıkartmış (1946). Wikipedia'dan öğrendiğim kadarıyla bu derginin karikatürlerini de Mustafa Uykusuz çiziyormuş. Uykusuz karikatür tarihimizde sosyal içerikli karikatür çizen ve karikatürü eleştiri aracı olarak kullanan ilk kişi olmuş.. (Her hafta mutlaka aldığım Haftalık mizah dergisi Uykusuz'un ismi muhtemelen ondan geliyor. Gelmiyorsa bile güzel bir tesadüf olmuş.)
Marko Paşa, ismindeki Paşa sözcüğünden dolayı milli şef İsmet Paşa ile dalga geçildiği gerekçesi ile defalarca toplatılmış. Hatta piyasaya "toplatılmadığı zamanlarda çıkar" "yazarları hapishanede olmadığı zamanlarda çıkar" şeklindeki ifadelerle sürülürmüş. Marko Paşa kapatılınca da kapatıldıkça yenisi gelen Malum Paşa, Merhum Paşa, Öküz Paşa, 7-8 Hasan Paşa gibi isimlerle başka dergiler çıkarılmaya devam etmiş. Paşa'ya hakaret ettiği düşünülen Sabahattin Ali 3 ay ceza almış ve ne tasadüf ki "Paşa Kapısı" cezaevine gönderilmiş.
Sabahattin Ali'nin muhalif olmanın getirdiği maceralı hayatı 2 Nisan 1948'de Bulgaristan sınırını geçmek isterken sınırı geçirmesi için anlaştığı kamyoncu tarafından öldürülmesi ile, belki de en verimli döneminde, 41 yaşında son bulmuş. Kendisini öldüren kamyoncunun o dönem Nihal Atsız (Turancı Faşist, detay için bknz: wikipedia) davası dolayısıyla kendine cephe alan Milli Emniyet Mensubu olduğu ortaya çıkmış. Katil yalnızca bir kaç hafta cezaevinde kalıp afla serbest kalmış. (Demokrasimiz yanında, derin devletimizin de temellerinin sağlam olduğunun bir başka kanıtı olsa gerek)
Şiirlerinden Aldırma Gönül, Leylim Ley, Eşkıya Dünyaya, Göklerde Kartal Gibiyim, Geçmiyor Günler ve Benim Meskenim Dağlardır Dağlar ve daha bir çoğu bestelenmiş.
Kuyucaklı Yusuf'u okuduktan sonra yazarı hakkında yaptığım kısa araştırma ile yukarıdaki bilgileri öğrendim ve yazara daha bir saygı duydum. Bu zamana kadar öğrenmediğime, Sabahattin Ali okumadığıma üzüldüm. Sonra üzüldüğüme üzüldüm. Göz yaşıma dalıp dalıııp..(Mirkelam'dan Hatıralar da güzel şarkıdır)
Sanırım artık kitaptan bahsedebilirim.
Okuduğum romanlar içerisinde Kuyucaklı Yusuf için çaresizliğin, kıstırılmışlık duygusunun en güzel anlatıldığı romanlardan biri diyebilirim. O kadar gerçekçi bir dille yazılmış ki bitirdiğim zaman adeta bir yumru geldi boğazımda düğümlendi, bir müddet yutkunamadım. Hikâyenin beni bu kadar içine çektiğini de ancak o zaman fark edebildim. Kısacası hüzünlüydü, etkileyiciydi.
Çaresizliğin romanı dedim çünkü hayatında bir şeylerin değişmesi gerektiğini fark eden ancak bunun için ne yapması gerektiğini bilmeyen, bulamayan, sürekli arayış içerisindeki Yusuf'un hüzünlü hikayesi anlatılmakta romanda. Yusuf, toplumun, ailesinin, imkansızlıklarının ona dayattığı hayatın kendisine ait olmadığını sonuna kadar hissediyor ancak farklı nasıl yaşanır, ne yapmalı bilemediğinden yaşayıp gidiyor işte. Elinde olmayan sebeplerle kendisini bulduğu ortama, işine, kısacası hayatına dayanmaya çalışıyor ama hiç bir zaman hiç bir yere ait hissedemiyor kendini.
Kitap II. Meşrutiyetin ilan edildiği yıllardan I. Dünya savaşına kadar Anadolu'da bir kasabada cereyan eden olayları konu alıyor. Anlatımından dolayı kimi zaman Reşat Nuri Güntekin’den bir kitap okuyormuş havası da veriyor. Tabii kasaba gerçeğini tüm acımasızlıklarıyla, haksızlıklarıyla vermesiyle ondan ayrıldığını belirteyim. Kasabada devletin asıl sahipleri olan zengin eşraf takımının kaymakamla, askerle olan kirli ilişkileri, ahlaksızlıkları, bunun yanında halkın nasıl manipüle edilip bunlar karşısında çaresiz bırakıldığı tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriliyor.
Kuyucaklı Yusuf’un hikayesi okuru sürekli artan bir şekilde geriyor, şaşırtmaktan ziyade bir sonraki sayfada neler olabileceği rahatlıkla tahmin edilebiliyor. Bu söylediğim bir kitap için iyi bir özellik gibi görünmese de okur üzerindeki gerilimi arttırması nedeni ile etkili kullanılmış olduğunu söyleyebilirim. Ancak Yusuf’un çaresizliği gibi okur da göz göre göre gelen olaylara müdahale edemeyip çaresiz kalıyor. Bu durum okurun, yerli drama dizisi izleyen büyük annelerin az sonra tecavüze uğrayacak bir karakter için “kızım girme oraya kaç kaç”, ya da “ tüüü gitti gitti” şeklindeki tepkilerine benzer tepkiler vermesine yol açıyor. En azından benim için böyle oldu. Muazzez’i tüm uyarılarıma rağmen kötü kalpli annesinin elinden kurtaramadım. Gitti gitti. Şaka bir yana bu ve benzeri tepkileri düşündürtmesi bile kitabın okuru nasıl sarmaladığının bir kanıtı olarak değerlendirilebilir sanırım.
Son olarak şunu söyleyebilirim ki Sabahattin Ali Kuyucaklı Yusuf’un hikayesinde bir parça kendi hikayesini de anlatmış. Hikayenin geçtiği mekanların Sabahattin Ali’nin bildiği, yaşadığı mekanlar olmasından, kendi babasıyla Kuyucaklı Yusuf’un babasının aynı adı taşımasından ya da kısa ömrü boyunca Kuyucaklı Yusuf gibi dünyayı algılama çabası içinde yalnız ve muhalif oluşundan bu çıkarım yapılabilir. Kuyucaklı Yusuf romanı kanundan kaçan Yusuf’un bir bilinmeze doğru ilerlemesi ile son bulur. Sabahattin Ali ise Bulgaristan sınırında ülkeden kaçmak isterken adice öldürülür. Bu belki de Yusuf’un hikayesinin de hazin sonu olur.
8/10
1 yorum:
Selam Doğuş, kitap hakkındaki yorumumu şurada bulabilirsin:
http://buradayaziyorum.wordpress.com
Yorum Gönder