11 Ekim 2012 Perşembe

CEBELAVİ SOKAĞI'NIN ÇOCUKLARI
Yazar: Necib Mahfuz
Çeviri: Leyla Tonguç Basmacı
Kategori: Alegorik Roman
Sayfa Sayısı: 453

İtiraf edeyim, Necib Mahfuz ismiyle ilk kez bundan birkaç hafta önce Cumhuriyet Kitap ekinde karşılaştım. Nobel edebiyat ödülünü kazandığını ve ardında 34 roman 300'ün üzerinde hikaye bıraktığını öğrenmem ile de en kısa zamanda Necib Mahfuz okumalıyım diye düşündüm. Cumhuriyet Kitap'ta yazarın ülkesinde uzun yıllar yasaklı olduğundan bahsedilmesi (yasaklı kitapları severim), üstüne üstlük peygamberlerin hayatlarını alegorik bir şekilde anlattığı belirtilen Cebelavi Sokağı'nın Çocukları kitabının  tanıtımına yer verilmesi, kitabı alışveriş sepetime eklememe yetti. Şimdi kitabı okuduktan sonra, Mısır'ın Balzac'ı olarak da bilinen bu büyük yazarla tanışmış olmanın mutluluğu içerisinde, iyi ki o gün kitap ekini almışım, iyi ki mahalle bakkalının önünden geçerken o günün  perşembe olduğu aklıma gelmiş, iyi ki cebimde bozuk 1 lira (tarihe not düşelim:Cumhuriyet 1 TL) varmış diye düşünüyorum.

Cebelavi Sokağı'nın Çocukları kitabı her biri aynı soydan, Cebelavi'nin soyundan gelen Ethem, Cebel, Rıfat, Kasım ve Arif'in hikayelerinin anlatıldığı beş ana bölümden oluşuyor. Beş bölümde de bölüme adını veren kahramanların hikayeleri birbirine benziyor, Cebelavi'nin (Tanrı'nın) mallarının yönetimi ve adaletli dağılımı için mücadeleleri konu ediliyor. Hikayeler birbirine o kadar benziyor ki okurken "eee bu bir önceki hikayeyle aynı sanki". "Ne gerek vardı bu bölüme" "kimler nobel alıyor, ne günlere kaldık kardeşiiim" tarzında düşünceler geçmedi değil aklımdan. Ancak bir yandan da kendi kendime "koskoca nobel ödülünü almış yazar, vardır bir bildiği, sabret" diye telkinde bulunduğumdan sonuna kadar heyecanımı canlı tutarak okumayı başardım diyebilirim.

Kitabı bitirdiğimde karakterleri sınırlı dini bilgimle dinler tarihi kahramanları  ile örtüştürmeye uğraştım. Cebelavi (Tanrı), Ethem (Adem), Cebel (Musa), Rıfat (İsa) ve Kasım (Muhammed) ile çok güzel örtüştürdüm. Kitap kronolojik gittiğinden son kısımdaki Arif'i ise doluya koydum almadı, boşa koydum dolmadı. Hz. Muhammed "benden sonra peygamberim diyen şerefizdir, yüz vermeyin" deyip o yolu kapadığından "Arif de kim ola ki?" diye düşündüm. Mısırlı müslüman kardeşlerle empati yapıp"Vay kafir sen Muhammedin üzerine kimi getirdin de Peygamber ettin" diye Necip Mahfuz'a bir an celallendim. "Bu Arif'in dini neymiş genç müslümanlara ne gibi yenilikler getirmiş ola ki?" şeklinde de hafiften bir merak durumuna haiz oldum. "Son peygamber", "şarlatan", "last prophet after Mohammed", vs vs tarzında google'da yaptığım aramalardan bir sonuca varamayınca, daha doğrusu Arif''in hikayesi ile örtüştürecek bir hikayeye rastlayamayınca kitabın kendisi hakkında başka kaynaklarda neler yazılmış diye araştırmaya karar verdim. Nihayet, Ayşe'nin kitap klubü diye buradakinden çok daha profesyonelce hazırlanmış bir blogda Arif'in peygamber yerine ilim irfanı temsil ettiğini okudum. O an bir aydınlanma yaşadım. O anı düşündükçe hala huşu içinde titrerim. Vuuuv. Gene titredim.

Kitaptaki bölümlerin birbirlerine benzemeleri üzerine de izin verirseniz bir kaç kelam etmek isterim. (İzin verirseniz dedimse lafın gelişi, blog benim değil mi ne istersem yazarım arkadaş) Yine de nezaketi elden bırakmadan, sinirlenmeden okuyalım lütfen. Ne diyordum, evet kitaptaki bölümler birbirine benziyor. Ancak dinler tarihine göz atınca şunları görüyoruz; aynı coğrafyadan çıkmış, birbirine benzeyen, birbirinden beslenen öğretiler, ataerkil toplum düzeni, düzeni ve düzüleni ile nesiller boyu değişmeyen tarihin tekerrür ettiği bir coğrafya. Hal böyleyken Necip Mahfuz ne yazsın? Yalan yanlış mı yazsın? "Artık düzülen yok" mu desin. Adam yazmış; güçlü olan her daim haklı olmuş, tarih boyunca zayıfları sömürmüş. Zayıf olanlarsa sömürmenin sömürülmenin kendisini sorgulayıp düzeni değiştirmeyi akıllarına getirememişler, zulümden kurtulmak için hep bir kurtarıcı beklemişler, hep bir kahramanın başarısına ve sonra da insafına duacı olmuşlar. Düzenin kendini sorgulamadıklarından peşine takıldıkları kurtarıcılarının ömrü kadar olmuş adaletli düzenlerinin ömrü de. Sonra yine sömürülmüş, yine zulmedilmişler. Ya da gücü ellerinde bulundurduklarında rolleri değişip bu kez zulmeden olmuşlar.
Necip Mahfuz tarihin tekerrürden ibaret olduğunu o birbirine benzeyen sıkıcı sayılabilecek bölümleri yazarak anlatmış. Necib Mahfuz anlatmaya çalıştığını, kitap içindeki herhangi bir sözcüğe dökmeden, ama bütün olarak bir "kitap oluşturarak" anlatmış, anlamı kitabın bütününden çıkarılan bir eser yaratmış. Böylece kitabın içinde yer alabilecek en güzel cümleden bile daha güzel hale getirmiş anlattığını.Bu açıdan bakınca daha bir sevdim kitabı.

Son bölümde Cebelavi'nin ölmesi ile artık dine ihtiyaç kalmadığı, insanları sömürmek için teknolojiye (yani güce) sahip olmanın yeterli olduğu gibi bir sonuç çıkarılabilir. Bu durumda dinin insan hayatındaki etkisinin giderek azalması beklenebilir. Günümüzde dünya genelinde tam tersi bir eğilim söz konusuyken yazarın bu tezinin, ilk tahlilde, doğru olmadığı sonucuna varılması çok da güç değildir.
Günümüz modern toplumunda, dinin toplumsal hayata etkisindeki artışın temellerini Fransız devrimine kadar uzatmak mümkündür. Burjuvazinin iktidara gelmesiyle birlikte, eskiden salt güce boyun eğen kitlelere, tarihsel bir zorunluluk olarak, seçme hakkının verilmesi, bu kitleleri kontrol edebilmek için artık kaba kuvvetin yerini ahlaki telkinlerin almasına yol açmıştır. Kitleleri ahlaki açıdan kontrol etmek için en etkili yöntem de şüphesiz ki yüzyıllardır din olmuştur. Bu nedenle Fransız ihtilali ile başlayan süreçte, ölmek üzere olan din modern dünyada yeniden canlandırılmıştır.

Dinin toplumsal hayata etkisini arttırmasının bir diğer sebebi de vahşi kapitalizmin kendisi olarak düşünülebilir. Marx'ın deyişiyle din,  kapitalizm çarkları altında ezilen kitleleri avutan "sığınılacak bir liman" işlevi görmektedir. Limana sığınanların sayısı kapitalizmin vahşetine koşut olarak artmaktadır. Ancak unutulmaması gerekir ki; dinin şevkatli kollarına sığınmak düzenin sefilliğinin göstergesi olmakla birlikte aynı zamanda bu sefilliğe karşı bir protestodur da. 

Marx, dini kapitalist düzenin zincirlerini maskeleyen hayali çiçeklere benzetmiş, zincirlerinin farkına varılması için, din eleştirisini her türlü eleştirinin ön koşulu olarak görmüştür. Kitap yukarıdaki değerlendirmeler ışığında ele alınırsa, kitabın insanlığın Fransız devrimine kadar aldığı yolu anlattığı kabul edilmelidir. Cebelavi'nin ölmesi ile bir bakıma din eleştirisi yapıldığı , hayali çiçeklerin ortadan kaldırılması ve avuntuya yer vermeyecek, sığınılacak liman bırakmayacak şekilde, sömürü zincirlerinin ortaya çıkmasından bahsedildiği söylenebilir. Bu haliyle kitap henüz tamamlanmamış bir kitaptır. Zincirlerin üzerinin yeniden hayali çiçeklerle örtüldüğü (günümüz dünyası) ve zincirlerin farkına varılıp kopartıldığı (uzak gelecek) kısımları da eklenirse ancak tamamlanmış olabilecektir.

Belki de bir gün zincirlerin koparıldığı, düzenin kendisinin sorgulandığı bir zaman da gelir ve bir başka yazar tarafından kitabın sonuna ekleniverir.

8/10