10 Şubat 2010 Çarşamba
Nietzsche Ağladığında
IRVIN D. YALOM
Dr. Breuer ve Nietzsche'nin kimin hasta kimin doktor olduğunun karıştığı tedavi amaçlı sohbetleri etrafında şekillenen roman. Kitabın son kısmından Breuer ve Nietzsche'nin aslında hiç karşılaşmadıklarını ancak aynı tarihlerde yaşamış olduklarını öğreniyoruz. Bu bilgi biraz üzücü olsa da yazar Nietzsche'nin felsefesinde önem taşıyan kavramları Breuer'le sohbetleri sırasında Nietzsche'nin ağzından aktararak dolaylı yoldan bilgi de veriyor. Bu bakımdan kitabı Sophie'nin Dünyası'na da benzetebiliriz.
Özet:
Güzelliğiyle erkeklerin başını döndüren ve bu gücünün farkında olan Lou Salome Nietzsche'nin durumuyla ilgili Breuer'den yardım ister. Breuer aslında nasıl bir tedavi uygulayacağını kestiremiyor olsa da bu güzel kadını reddedemez. Son derece yoğun çalışan bu nedenle ailesine zaman ayırmakta zorlanan Breuer, Nietzsche'yi tedavi olmaya ikna etmek için çok uğraşır.(Burada güzel kadınların nelere kadir olduklarını bir kez daha görüyoruz). Breuer adeta bir satranç oyunundaki hamlelerle Nietzsche'yi tedaviye ikna eder. Nietzsche'yi ikna olmasının sebebi ise Breuer'in kendisinin tedaviye ihtiyaç duyduğunu ve tutulduğu ümitsizlik hastalığından kurtulmasının Nietzsche'nin engin düşünceleri sayesinde olabileceğini kendisine söylemesi olmuştur. Breuer de bunun karşılığında onun migren nöbetlerini tedavi edecektir.
Breuer'in ümitsizliği en başında uydurulmuş olsa da Nietzsche ile sohbetleri ilerledikçe gerçeğe dönüşür. Nietzsche Breuer'in Bertha ile ilişkisinde kendisinin Lou Salome ile olan ilişkisini görür. Her iki adamda da bu kadınlar birer saplantı halini almıştır. Breuer Berthasını Nietzsche'nin yol göstermesi ve kendi hipnotizma yöntemini üzerinde denemesi sonucunda kafasından silebilmiştir. Sorun Berthanın şahsında değil ona Breuer'in yüklediği anlamdadır. Breuer bunu anlar orta yaş sendromunda bir kaçış noktası olarak gördüğü Berthasını kafasından siler. Karısı Mathilde'ye yeniden aşık olur. Geçmişte yaptığı seçimlerden artık memnundur. Bir bakıma zorunlu olanı istemiş ve istenileni sevmiştir. Bu Breuer'in ümitsizlik, mutsuzluk hastalığını yenmesini sağlar. Nietzsche'de Lou salome'yi benzer bir yöntemle kafasında öldürür. Kitaba isim veren Nietzsche'nin ağlaması bu aşamada gerçekleşir.
Bu kısımları okurken "koskoca filozofun düştüğü duruma bak" demek geliyor insanın içinden sayın seyirciler. Ama ağladıkça rahatlar rahatladıkça ağlar Nietzsche. Yılların biriktirdiği göz yaşlarıdır bunlar çünkü kolay kolay dinmez.
Kitapta favori bölümüm Breuer'in Freud'un yardımıyla kendini hipnotize edip herşeyden vazgeçmesini düşündüğü bölümdü.
Kitapta altını çizdiğim Nietzsche'nin bazı tespitleri ise aşağıda:
"Ümit kötülüklerin en kötüsüdür çünkü işkenceyi uzatır."
"Ölümün son iyiliği bir daha ölümün olmamasıdır."
"Ölümsüz olan bu yaşamdır, bu andır. Ölümden sonra yaşam yoktur, bu yaşamın varması gereken hedef, kıyamet günü yargıları yoktur. Bu an sonsuza dek varlığını sürdürür ve tek seyirciniz siz, yalnızca sizsiniz."
"ideal evlilik ilişkisi her iki insanın da yaşamını sürdürmesi için bu ilişkiye muhtaç olmadığı zaman kurulandır.İnsan evliliğini bitiremiyorsa, o evlilik zaten bitmiş demektir.Evliliği kurtamanın tek yolu onu bitirebilme gücüne sahip olmaktır."
"İnsan zorunlu olanı istemeli sonrada istenileni sevmelidir.(Kaderine razı ol)
Not:Genel bir çerçeve çizmesi açısından İkinci el kaynaklardan felsefe öğrenmek yararlı olsa da nesnel olma açısından biraz sakıncalı kanımca. En kısa zamanda Nietzsche'nin kendi kitaplarını da okumak gerek.
20 Ocak 2010 Çarşamba
AVATAR
Filmi dün (20.01.2010)21:10 seansında CEPA'da izledik. 3 boyutlu gözlük biraz rahatsız etse de film başlayınca sanki filmin içindeymişik yeşilmişik hissi gözlüğün verdiği tüm rahatsızlığı ve sadece gözlüğe saydığımız 1,5 TL'yi unutturdu diyebilirim. Hem bilet parasının yanında verildiğinden bir de kredi kartı kullanılıp puan kazanıldığından, hiç koymuyor insana. Neyse işte uzunca süren reklamlar, gelecek filmlerin fragmanları falan derken film başladı.
Öncelikle Yıl 2154 olmuş teknoloji nerelere gelmiş vay anasını diyor insan. Bir yandan karımın da dikkatimi çektiği üzere engellilere toplum içerisinde yaşam alanı yüz yıl sonra da halen kısıtlı. Tekerlekli sandalyeye bir motor takılamamış mesela. Eliynen ittire ittire gidiyordu, şimdi googledan adını aratmaya üşendiğimin başrol oyuncusu. Yazık dedim kendi kendime bir hüzünlendim. Neyseki bu piskolojim uzun sürmedi de filme konsantre olabildim. Filmi izledikçe senaryosunun Ursula Le Guin'in "Dünyaya Orman Denir" kitabından alıntı olduğunu düşündüm.Halen de öyle düşünüyorum ama birebir kopya değil yani. Kitapta yaratıklar yeşildi mesela filmde avatarların mavimtrak olması önemli! bir fark. Onun dışında yine Ursula'nın kitaplarından Yerdeniz Büyücüsünde geçen ejderhaların gözlerine bakılmayacağı filmde bir yerde kullanılmış. Sonra ilk şarkıdan sonra diyordu bir yerde şarkı söylemek avatarlar için önemli anlaşılan bunlar da var kitaplarda. Neyse senaryonun alıntı olması filmin değerini düşürmez tabi ama adam gibi söyleyin canım şundan şundan etkilendik diye. Kadirşinas olun efendi olun. Neyse. Film senaryo ve görsel efekt olarak iyi olsa da sinemadan çıkınca tipik tatsız tuzsuz amerikan filmi tadı bırakımakta bünyede. Kötü adamın en sona kalacağı ve sonunda son dakka hamlesiyle yenileceği başından belli. Bir de o kadar makine yapmışın insan eline bıçak mı verir. Avatarları dudak dudağa öpüştürmese daha güzel olabilirdi mesela. Örneğin ethernet kablolarıyla ilişkiye girebilirlerdi ne biliyim. Sonuç olarak sırf görsel efektleri nedeniyle izlenebilir.
13 Ocak 2010 Çarşamba
Büyümek tükenmek mi?
13 Ocak Çarşamba 2010, Milliyet
Ekonomi büyürken hesaplanmayan bir şey var. O da büyümeyi sağlamak için tüketilen, israf edilen, kirletilen, yerine konması mümkün olmayan kaynakların yok oluş maliyetidir.
Bir örnekle açıklayım:
Diyelim ki bir kömür madeni var. Bir şirket madendeki cevherin tamamını çıkarır ve satar. Ele geçen para şirketin gelir hanesine yazılır ve ülkenin gayri safi milli hasıla hesabına eklenir.
Kömür yenilenmesi, yerine konması mümkün olmayan bir varlıktır. Bu varlık ülkenin varlıklar envanterinden silinir. X değerinde bir kömür madeninin yerinde şimdi sıfır veya ona yakın değerde bir varlık vardır.
Kömür topraktan çıkarılır ve satılırken kâr, ücret şeklinde bir zenginlik ortaya çıkar. Buna karşılık kaynaklar fakirleşir. Kömürün işletilmesinin yarattığı zenginlik bir defaya mahsustur, geçicidir. Kömürün kaybı ise ebedidir.
Gerçek maliyeti bulmak için bu kaybı da hesaba katmak gerekir.
Ancak milli gelir hesap edilir ama milli gider hesap edilmez.
İntihar gibi duyarsızlık
Bu, banka hesabından çektiği parayı dikkatle sayan ama hesapta ne kadar para kaldığı konusunda hiçbir fikri olmayan insanın durumudur. Para çekebildikçe müreffeh ve mutludur. Ama bu refah ve mutluluğun maliyeti sadece çekilen ve kullanılan para değildir. Para bittikten sonra kalan ömürde çekilecek sefalet ve mutsuzluk maliyetin bir parçasıdır.
Dünyanın neredeyse tamamında kapitalist sistem geçerli. Bu sistemin özelliği geride ne kaldığını hesaplamadan, kaynakları intiharı andıran bir duyarsızlık, açgözlülük ve hızla tüketmek ve kirletmektedir.
Bu kayıplar ne milli gelir hesaplarına ne de mal fiyatlarına aksettirilmektedir. Aksettirilseydi her şey daha pahalı olacak Kanuni Sultan Süleyman’ın sarayında bile görülmeyen bu bolluk olmayacaktı.
Ama tüketmenin ve kirletmenin maliyetin hesaplanmaması böyle bir maliyetin olmadığı anlamına gelmez.
Kapitalizm bu maliyet hesabını yapmadığı için çökecek.
Komünizm insan doğasını göz ardı ettiği için iflas etti. Kapitalizm doğayı göz ardı ettiği için iflas edecek.
Metin MÜNİR
Ekonomi büyürken hesaplanmayan bir şey var. O da büyümeyi sağlamak için tüketilen, israf edilen, kirletilen, yerine konması mümkün olmayan kaynakların yok oluş maliyetidir.
Bir örnekle açıklayım:
Diyelim ki bir kömür madeni var. Bir şirket madendeki cevherin tamamını çıkarır ve satar. Ele geçen para şirketin gelir hanesine yazılır ve ülkenin gayri safi milli hasıla hesabına eklenir.
Kömür yenilenmesi, yerine konması mümkün olmayan bir varlıktır. Bu varlık ülkenin varlıklar envanterinden silinir. X değerinde bir kömür madeninin yerinde şimdi sıfır veya ona yakın değerde bir varlık vardır.
Kömür topraktan çıkarılır ve satılırken kâr, ücret şeklinde bir zenginlik ortaya çıkar. Buna karşılık kaynaklar fakirleşir. Kömürün işletilmesinin yarattığı zenginlik bir defaya mahsustur, geçicidir. Kömürün kaybı ise ebedidir.
Gerçek maliyeti bulmak için bu kaybı da hesaba katmak gerekir.
Ancak milli gelir hesap edilir ama milli gider hesap edilmez.
İntihar gibi duyarsızlık
Bu, banka hesabından çektiği parayı dikkatle sayan ama hesapta ne kadar para kaldığı konusunda hiçbir fikri olmayan insanın durumudur. Para çekebildikçe müreffeh ve mutludur. Ama bu refah ve mutluluğun maliyeti sadece çekilen ve kullanılan para değildir. Para bittikten sonra kalan ömürde çekilecek sefalet ve mutsuzluk maliyetin bir parçasıdır.
Dünyanın neredeyse tamamında kapitalist sistem geçerli. Bu sistemin özelliği geride ne kaldığını hesaplamadan, kaynakları intiharı andıran bir duyarsızlık, açgözlülük ve hızla tüketmek ve kirletmektedir.
Bu kayıplar ne milli gelir hesaplarına ne de mal fiyatlarına aksettirilmektedir. Aksettirilseydi her şey daha pahalı olacak Kanuni Sultan Süleyman’ın sarayında bile görülmeyen bu bolluk olmayacaktı.
Ama tüketmenin ve kirletmenin maliyetin hesaplanmaması böyle bir maliyetin olmadığı anlamına gelmez.
Kapitalizm bu maliyet hesabını yapmadığı için çökecek.
Komünizm insan doğasını göz ardı ettiği için iflas etti. Kapitalizm doğayı göz ardı ettiği için iflas edecek.
Metin MÜNİR
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)